15 Mayıs 2011 Pazar

Dahi miyim, deli mi?

Einstein ne demiş? "Herkes dahidir. Fakat bir balığı ağaca tırmanma becerisi üzerinden değerlendirirseniz, tüm yaşamını aptal olduğu inancıyla geçirecektir" demiş! İyi de demiş..

Ben de Türk eğitim sisteminde yaratıldığım için, hepimiz gibi çok zeki ama tembelim. İlham gelmeden de şurdan şuraya gitmiyorum. Ömrüm Godot'yu bekler gibi ilham beklemekle geçiyor; o da hınzır, hiç çalışırken, çabalarken gelmez. Alakasız anlarda, mesela tuvalette değiştirmeyi unuttuğum, şak diye biten, domala domala ve lanet okuya okuya, en uzak rafın en dibine konuşlandırılmış kağıda doğru uzanırken falan ya da daha sıklıkla tam uykuya doğru aktığım o biliçaltı anlarında geliverir. Böyle anlar için yatağımın başına bir defter ve kalem koydum, sonsuz notlar alıyorum geceleri. Sabah kalkınca o tek kelimelik aydınlanma anlarının anlamını çözebilene aşkolsun. Bazen işe yarıyor ama, sonuçta bana burs kazandıran, master tezimle ilgili bir fikre böyle sahip oldum mesela! Neyse geçelim, özetle "ne kadar da cool'um yarabbim"..!

Lakin; bu sıra zeka pırıltıları gösterme konusunda biraz durakladım. Belki fazla sakız çiğnemek geçici beyin fonsiyonlarımın kaybına sebep oldu, bilmiyorum. Dil kursunda fena çuvallamış haldeyim. Millet bülbül gibi şakıyor, ben dut yemiş gibi oturuyorum. Eski kursumda bir yıldızdım, bu sınıfta fena söndüm. Bu kadarla kalsa iyi, doktoraya başlayalı 1 ay oldu, daha bugün kütüphanenin evden de kullanılabilen online sistemini çözebildim. Çözdüm de ne oldu, hala konumun engin belirsizliği devam ediyor. Terapiye mi odaklansam, engelleyici çalışmalara mı, saptamalar mı yapsam, teoriler mi geliştirsem? Doktora tezimle dünyayı kurtarmam beklenmiyordu dimi benden???? Bekleniyor muydu yoksa ya??? Dünyayı geçtim, kıçımı kurtarmaya odaklandım.

Yeni bir ülkede, yabancı olmak zor mudur? Hayır, bence değil. Öğrenilecek birsürü şey, deneyimlenecek bir sürü yenilik var. Çat pat dil konuşmak utandırır mı? Bence, hayır. Sevimli bir hal var üzerimde; kaşını gözünü yardığım Almancam ve kahverengi saç-göz ikilisi, beni egzotik bir meyve havasına soktu. İnsanların ne konuştuğunu anlamamak da güzel bazen, duymak istemediklerini duymamış oluyorsun. Bir de, dün Trevanian şunu dedi bana: "Sen şanslısın. Herhangi bir şey olduğun için. Biz çoğumuz hep aynı kumaştan biçilme insanlarız. Çağdaş eğitilmiş Fransızlarız (Almanlarız). Hepimiz birbirimize benziyoruz. Aynı kitaptan bilgi almışız. Aynı korkular ve önyargılarla sınırlıyız. Birimizi çekip yerine öbürünü koyabilirsin.. eşiz. Kendimizi benzersiz sanma konusunda bile eşiz. Ama sen.. bir başka kökten geliyorsun. Değişik bir şeysin! Bin yıllık geleneklerin, niteliklerin parçasın”. Doğru. Böyle düşünüyorum ve hissediyorum. Bana önyargıyla yaklaşıldığını düşünmüyorum, hissetmiyorum; öyleyse yaklaşılmıyor. Yeni bir ülkeye adapte olmanın ilk koşulu bence budur (sayısız deneyimle de sabittir, önerilir).

Son olarak; bir başka dostum Andre Gide de benim ağzımdan düşünmüş ve demiş ki: "Susmayı öğrenmeliyim. Kendi kendimi ciddiye almayı ve kendini beğenmişliğe kapılmamayı öğrenmeliyim". Sustum o zaman.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder