15 Mayıs 2010 Cumartesi

Insomnia vs "Omni"somnia


Hermann Hesse karakterleri gibi ikidebir çıktığım Doğu'ya Yolculuk'ların sonucunda insomnia'nın çeşit çeşit evrelerinden geçmiş ve jetlag'in dibini vurmuş olduğumdan daha önce de bahsetmiştim. Son Avustralya'ya dönüş seferimde 3 gece boyunca uyuyamayıp, vampir gibi gündüzlerimi gizli gizli kuytularda geçirdikten sonra bu konuya bir eğileyim dedim. Kahveden güneş altında geçirilen saatlere, solaryum seanslarından Lost in Translation'daki Bill Murray misali kadeh kadeh viskiler devirmeye kadar bir çok yöntem söz konusu, fakat hiçbiri "aradaki saat farkı başına 1 gün" kuralını aşamıyor. Sabır, tek ilaç..

Bir de bunun tam tersi hipersomnia vardır; "ben azıcık kıvrılayım şuraya, 5dk sonra kalkarım" diyip, bütün bir gün ve gece horul horul, fosur fosur uyumak yani. Bu genellikle bazı "tüylü" bünyelerde kış aylarında ya da "memurus"larda pazartesi sabahları işe gitmek icab ettiğinde ya da kendilerini çok hoş sohbet sanan bir takım gereksiz insanların yanında ya da 313 shit kanalın 313ünde de ayrı shit olan tv'nin karşısında yaşanan bir durumdur. Yaşayan kişi için son derece keyifli olduğu bilinse de, onu seyredenlerde hafif bir endişe, ve ikidebir "kalk yatağına git" dürtme refleksi yarattığı bilinir.

Bir de 9 yaş altı çocuklarda ve her yaş, her cins kedilerde görülen "omni"somnia vardır; her an her yerde mışıl mışıl, huzur içinde uyuyabilme ve dünya yıkılsa uyanmama özelliğidir bu. El değmeyecek kadar sıcak kalorifer üstünde yatan bir kedi ya da koltuktan koltuğa atlama oyunuyla "azıp azıp" sonra kapı eşiğinde, banyodaki küvette ya da odadaki gardropta "sızan" bir çocuk bu durumun en güzel örnekleridir. Bunlar genellikle anne babaları tarafından sırta atılmak ve rüyalar eşliğinde önce arabaya, ordan eve, ordan odalarına taşınmakta, üstleri sevgi battaniyesiyle örtülmekte olan dünyanın en mutlu ve huzurlu bireyleridir.

Çocuk ya da kedi gibi huzur içinde uyumaya en yakın duyguyu; annem ve teyzelerim yılda 2 ya da 3 kez Ankara'da ananemin evinde buluştuklarında, kocaları evlerine yollayıp, ananemin ödünç verdiği basma gecelikleri giyip, bir yandan meyve soyup birbirlerine ikram ederken öteyandan mırıl mırıl konuşup gülüşürken yaşarım ben.. Bana hemen çekyata yastık çarşaf atılır; hem onları dinlerim, hem gözlerim gittikçe kapanır da kapanır.. Gecenin bir yarısı uyanırım; sessizlik ve karanlık vardır. Bir an şaşırırım, nereye/ne zaman gittiler.. Sonra yine uykunun huzurlu kucağına geri dönerim. Bir de çat çat çat ses yapan saatler vardır; delirtirler beni, A.H.Tanpınar'ın saatleri Ayarlama Enstitüsü misali... Ama bunu da başka zaman yazayım artık.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder